Yazmak ya da senaryo yazımı başlı başına sanatsal bir uğraştır; kurallar, başarıya götüren sihirli bir dokunuş ve ya başarıya götüren matematiksel bir formül yoktur. Ancak her iyi senaryonun ayırt edici ve özgün bir dili, üslubu vardır. Bir gazetede yer alan her köşe yazarını değil de neden hep belli kişileri okuruz? Cevap bir yerden sonra sahip oldukları özgün dile varacaktır. Aynı konuyu iki farklı yazarın senaryolarında işleme yöntemleri birbirinden bir hayli farklı olacaktır. Buna rağmen, ikisi de ele aldıkları konuyu etraflıca işleyip hakkını verebilirler.
“Kelimeler kalbin sesidir.” – Konfüçyüs
Bunu daha iyi anlatmanın bir yolu yok. Basitçe anlatmak gerekirse, dilin ya da üslubun aslında sensindir: mizacın, ruhun, seni sen yapan özelliklerinin bir özütüdür. Bir senarist olarak okuyucunun ilgisini çekip filmin izleyicisiyle bağ kurmak için aksiyonu betimleme tarzın, kelime seçimin, sayfanın nabzı ve ritmi en az aldığın kararlar kadar önemlidir. Özenli bir prova sürecinden sonra izleyiciyi yönlendirerek asıl dansın gerçek bir katılımcısı haline getirdiğin gösteridir.
Bu durum senin için de geçerlidir. İzleyiciyle bağ kurmanı sağlayacak araçları öğrenmeli ve bu araçları izleyici sabit birer gözlemci olmaktan çıkartıp etkin birer katılımcıya dönüştürmelisin. İzleyici senin müşterindir, ve sen bu müşteri için yazmalısın. Her zaman!
Neden mi? Bir senarist asla bir Pulitzer kazanmayabilir ama oldukça çok para kazanması işten bile değildir. Para kazanmayı istemek kötü bir şey değildir. Ancak izleyiciyi görmezden gelen bir senarist satılabilir senaryolar üretmekten aciz kalacaktır. Asla tek bir kişi için film yapmayız. Filmleri kitleler, kalabalıklar hatta bazen uluslararası izleyiciye yönelik yaparız. İzleyici yoksa hiçbir şey yoktur. Senaryo yoktur, film yoktur, senarist yoktur.
Senaryo yazımını bir üçgen olarak düşünmek, bu aşamada çok işe yarayabilir: Yazar, konu ve izleyici. Hiç kimse bir romantik komediyi şaşırmak için gitmez. İzleyicinin, filmin sonunda her şeyin çözüleceğine dair kendinden emin bir beklentisi vardır. Tüm eğlence başından sonuna kadar bu yolculuk etrafında gerçekleşir. Shrek ve Oyuncak Hikayesi filmlerini yazan senaristlerin, hem yetişkinleri hem de çocukları hesaba katmadan yazdıklarını düşünün. Aynı film olmayacakları kesin. İzleyici hesaba katarak yazdığında neyi, ne zaman devreye sokman gerektiğini daha iyi bilirsin. Sahneye ne zaman başlaman gerektiği ve ne zaman bitireceğin kendiliğinden ortaya çıkar.
Unutma ki, film yapımı bir iştir ve senaryo yazmak da bu işin bir parçasıdır. Senarist olarak hikayeyi izleyiciye satacak olan kişi sizsiniz. Onlar senin her şeyin. Onlar gülüp ağlasın, korkup umutlansın diye yazarsın. Ancak zorlama yapmaktan kaçın: izleyici çok zekidir. Asla sadece hikayeyi anlatma. Onlara göstererek anlat ki izleyici hikayeye bağlanabilsin ve dahil olabilsin. İki kere ikinin kaç ettiğini onlar bulsun. Bunu sağlarsan seni çok seveceklerdir.