“Kendin için ısrar et. Özgün ol.” – Ralph Waldo Emerson
Senaryo yazımı söz konusu olduğunda, çok orijinal bir fikrin olması gerekmez. Romeo ve Julyet’i kaç kere izlediniz? Yüzlerce ya da binlerce kez. Çok basit bir hikâyedir. Oğlan kızla tanışır. Kız oğlanla tanışır. İkisi de farklı geçmişlere sahiptir. Aileleri birbirinden nefret eder. Tüm bunlara rağmen ikisi birbirine âşık olur. Shakespear de onları trajik bir sona doğru sürükler. Ancak bu böyle olmalı diye bir kural yok. Örneğin romantik komedi türünde bir senaryo yazıyorsan, sonunu mutlu bitirmen gerekir. Çünkü izleyici bunu talep eder. Daha başına oturmadan bile bir romantik komedi filminin nasıl sona ereceğini biliriz. Zaten işin eğlenceli tarafı, bizi o sona götüren yolculuktur.
Orijinal bir fikrin olması gerçekten inanılmaz olur. Daha önce kimsenin görmediği bir hikâyen varsa kendini bir hazine bulmuş gibi düşünebilirsin. Ancak meslek olarak senaristlik yapmak istiyorsan kendini ateşi tekrar tekrar bulmak zorunda hissetmen gereksizdir. Daha önceden bildiğimiz bir hikâyeden yola çıkarak yazabilirsin, önemli olan hikâyeni esinlendiğin hikayeden nasıl koruyacağındır. Avatar, Kurtlarla Dans’ın uzayda geçen bir uyarlaması, Kurtlarla Dans ise Pocahontas hikâyesinin batılı gözüyle anlatılmış halidir. Bu böyle devam eder.
Bu işin sırrı hikayenin dünyasını değiştirip farklı, ilgi çekici ve unutulmaz karakterlere yer vermektir. Rome ve Julyet hikayesini, galaksinin en derin su gezegeninde petrol çıkarmaya çalışan iki rakip firmada çalışmakta olan iki eski yıldız savaşçısına uyarladığımızı düşünün. Aynı hikaye, geri kalan her şey farklı. İşte, senin özgünlüğün bu ‘geri kalan her şey’ kısmında devreye giriyor. James Cameron’ın özgün işler yapmadığını söylersek bize herkes güler ancak Avatar’ın özgün bir hikaye olduğunu söylemek doğru olmayacaktır.
Üç perdeli olay örgüsü, sekanslar ve hikayenin ana dönüm noktaları gibi senaryonun başlıca yapı taşları için de özgün olmak gibi bir endişe taşımanıza gerek yoktur. Hatta bu konularda işler tam tersidir. Neredeyse her dram iki saat sürer: ilk perde 30 sayfa, ikinci perde 60 üçüncü perdeyse 30 sayfa sürer. Çoğu komedi 2 saat sürer: ilk perde 24 sayfa, ikinci perde 48 sayfa ve üçüncü perde 24 sayfa sürer. Bu konularda özgünlüğe yer yoktur. Peki yazılan her romanın, başkarakteri 24 ve 30.’u sayfalarda tehlikeye kilitlense nasıl olurdu? Romancının böyle bir şey yapmasına gerek yoktur çünkü roman yazarı istediği şeyi yazabilme özgürlüğüne sahiptir. Öte yandan senaristten sekans ve olay örgüsü üzerinden belirgin bir yapı kurması beklenir: başlangıç kıvılcımı, kilitlenme, ana doruk noktası vs. Senaryonun yapısını kurmaya çalışırken özgün olmanıza gerçekten de hiç gerek yoktur.
Ancak buna rağmen senaristin dilinin özgün olması son derece önemli bir etkendir. Ödevini iyi yaptıysan ve karakterlerini gerçekten de çok iyi tanıyorsan senaryoyu karakterlerin kendi kendilerine yazacaktır. Yapman gereken tek şey, onları etkileşime geçip tepki verebilecekleri bir duruma düşürmektir. Ancak bu aksiyonu betimlediğin sahne tercihlerin senin kişisel tualin olacaktır. Bu tuali, az ve öz ancak açık bir yaratıcılıkla doldurmak için özgünlüğünü kullanabilirsin. Kelime seçimi, ritim, parçaların düzenlemesi, sesler ve cümlelerin akışı kullanabileceğiniz araçlardır.
İki farklı yazara, tüm ayrıntıların önceden verilerek diyalogsuz bir sahne yazmaları istense ikisi de birbirinden tamamen farklı sahneler yazabilirler. Hikaye aynıdır ancak tarzları farklıdır. Unutma, sen bir robot değilsin dolayısıyla bir robot gibi yazamazsın. Bu senin sesin, imzan ve hatta markan. Mutlaka orijinal ol.