“Karakterleri, kafamda yarattığım bir ortama ya da mekana götürüp orada konaklamaları için zorlamam. Bunun yerine, karakterlerimin bana nerede kalmak istediklerini dikte etmelerini sağlarım.” – Bill Wittliff
Alfred Hitchcock bir keresinde, filmin en hayati üç unsurunu şu şekilde sıralamıştı: ‘Senaryo, senaryo ve senaryo’. Ancak gayrimenkul almak isterseniz en hayati üç şey mekan, mekan ve mekandır. Mekan, tüm senaryolarda çok önemli bir yer kapladığından mümkün olduğunca belirgin olarak işlenmesinde fayda var.
2005’te bir senaryo üzerinde çalışıyordum ki, hikayemin üzerine kurulu olduğu zeminin neredeyse aynısını kullanan, üstelik çok ünlü iki başrol oyuncusunun yer aldığı bir film vizyona girdi. Yazdığım senaryoyla çok büyük benzerlikler taşıyordu, dolayısıyla yıkılmıştım. Hikayeyi oturttuktan sonra en bir yıldır üzerinde çalıştığım senaryo çöpe gidecek diye çok endişelendim. Sonunda menajerim bana değişik bir öneride bulundu: ‘hikayen olduğu gibi kalsın ama hikayenin dünyasını değiştir. Daha önce kimsenin görmediği, gerçekten farklı bir dünya yarat.’ Kent karmaşasını da konu edinen ve bir şirkette geçen senaryo, sonunda kırsalda geçen bir aşk hikayesine döndü. Senaryoda çok değişiklik yapmak zorunda kaldım ama menajerim haklıydı. Hikaye aynı kaldı, mekan ve hikayenin dünyası değişince her şey değişmiş oldu.
Senarist olarak genelde aynı hikayeleri anlatır dururuz: Romeo ve Juliet II. Dünya savaşında, Romeo ve Juliet uzay yolunda, Rome ve Juliet yaz kampında. Aynı hikaye, farklı karakter ayrıntıları işe yarar ancak en etkili değişimi yaratan kuşkusuz mekandır.
Senaryo yazarlığı görsel bir yolculuktur. Mekan da seyir deneyiminin çok asli bir unsuru olarak görev yapar dolayısıyla asla küçümsenmemelidir.