Yurttaş Kane (1941) – Charles Foster Kane’in Inquirer gazetesinin başarısını yöneticilere aktardığı konuşma.
Kane: “Altı yıl önce dünyanın en iyi gazetecilerinin bulunduğu bir fotoğrafa bakmıştım. Şekerci vitrini önündeki çocuk gibiydim. Bu gece, altı yıl sonra, şekerimi aldım, hem de hepsini. Baylar, Inquirer’e hoş geldiniz. Fotoğrafı çoğaltıp Chronicle’ postayla gönderin. Bu sabahki tirajımızın New York’un en iyisi olduğunu öğrenmek hepinizi mutlu edecektir: 684.000. “
Şahane Hayat (1946) – George Bailey’in, İcra Kurulundaki acımasız Bayan Potter’a karşı merhum babasını savunduğu konuşması.
George: “Bunu unutmayın. Sözünü ettiğiniz ayaktakımı, bu cemiyetteki bütün işleri yapan takım. Güzel evlerde yaşayarak çalışmaları ve ölmeleri çok mu? Her neyse, babam böyle düşünmüyordu. Onun için onlar insandı ama sizin için onlar birer sürü. Bence o öldüğünde sizden çok daha zengindi… Elinize geçiremediğiniz bir şeyden söz ediyorsunuz. Bundan da nefret ediyorsunuz. Siz bundan söz ediyorsunuz. Çok konuştum. Heyet sizsiniz. Yapmak istediğinizi yapın. Bir şey daha var. Bu şehrin bu kuruma ihtiyacı var. İnsanların Potter’a yalvarmadan yaşayabilecekleri tek yer burası.”
Sierra Madre Hazinesi (1948) – Keşif başlamadan hemen önce, bilge madenci Howard ‘Altın Düşkünlüğü’ ile ilgili tüyler ürpertici bir konuşma yapar.
Howard: “Bana cevap verir misin? Neden 25 gram altın 20 dolar eder? Bin adam altın aramaya gider. Altı ay sonra bir tanesi şanslı çıkar. Bin adamda bir. Buldukları yalnızca kendi emeğinin değil, o 999 adamın da alın terinin ürünüdür. Bu 6000 aydan 500 yıl, dağa tırmanmak, aç ve susuz kalmak demektir. Altın, onu bulmak için harcanan insan emeğine bedeldir… Başka açıklaması yok. Altın, mücevher ve altın diş yapmaktan başka bir işe yaramaz. Altın şeytani bir şeydir… Evet. Altının insan ruhuna ne yaptığını iyi bilirim.”
Sunset Bulvarı (1950) – Norma Desmond’un filmin sonunda teslim olmak üzere merdivenler inerken yaptığı hayali ve kafa karıştıran konuşması.
Norma: “Bu sahneye daha fazla devam edemem. Çok mutluyum. Birkaç söz etmemin bir sakıncası var mı Bay De Mille?…Başka bir şey yok, bir de kameralar. Ve karanlıkta bekleyen o harika insanlar. Pekala Bay De Mille, kapanış yakın çekim için hazırım.”
Rıhtımlar Üzerinde (1954) – Terr Malloy’un, kardeşi Charlie’ye taksinin arka koltuğunda yaptığı ‘O da bize rakip olabilirdi’ konuşması.
Terry: “O değildi Charlie, sendin. O gece bahçede olanları hatırlıyorsun. Yatak odasına, yanıma geldin ve : “Ufaklık, bu gece senin gecen değil. Kozumuzu Wilson’a oynayacağız’ dedin. Hatırladın mı? “Bu gece senin gecen değil”. Benim gecem değilmiş. Wilson’ı alaşağı edebilirdim. Peki şimdi ne oldu? O istediğini elde ederken benim elime ne geçti? Palookavil’e tek yön bir bilet. Sen benim kardeşimdin Charley. Bana sahip çıkman gerekirdi. Benimle biraz daha ilgilenmen gerekirdi. Böylece üç kuruş için bu durumlara düşmeyecektik…Anlamıyorsun. Okula gidebilirdim. Bende ciddi bir rakip olabilirdim. Serseri olmak yerine gerçek bir adam olabilirdim. Hadi kabul et. Bunun sorumlusu sendin.”
Dr. Strangelove (1964) – Aklını kaybetmiş Hava Gücü Komutanı Jack D. Ripper, komünistlerin Amerikalı’ların ‘değerli vücut sıvılarını’ kirlettiklerine akıl almaz bir komplo teorisi ortaya atar.
Komutan Ripper: “Suya flor ilavesi ile ilgili gerçekleri duydunuz mu? Tuza, una, meyveye, sebzeye, süte, yağa ve bala flor ilave etmekle ilgili araştırmaları okudunuz mu? Dondurma bile, Mandrake! Çocuklarımızın yediği dondurma…Flor ilavesi ne zaman başladı biliyor musun? 1946. 1946, Mandrake. Savaş sonrası komünist komplosuyla bu nasıl bağdaşıyor bakalım? Sence de bu çok açık değil mi? Bireye kesinlikle bilgi verilmeden ve tercih hakkı sunmadan, değerli vücut sıvılarına yabancı bir madde ilave edildi. İşte o gözü dönmüş komünistler böyle çalışır. Bunun farkına ilk defa birisiyle aşk yaşarken vardım, Mandrake. Bir anda bastıran bir yorgunluk ve takip eden bir boşluk hissi. Neyse ki, bu hisleri doğru bir şekilde yorumlayabildim. Özün yok oluşu. Seni temin ederim bana bir şey olmadı, Mandrake. Kadınlar…kadınlar sahip olduğum gücün farkındalar ve benim üzerinden hayatın özüne ulaşmak istiyorlar. Kadınlardan uzak durmam Mandrake. Ama onların özüme ulaşmalarına asla izin vermem.”
Parmaklıklar Ardında (1967) – Kat görevlisi Carr yeni gelen mahkumlara evin kurallarını öğretir.
Carr: “Her kıyafetin üzerinde çamaşırhane numarası bulunur. Numaraları ezberleyin ve çamaşırhaneden kendi kıyafetlerinizi alıp giyin. Numarasını unutan bir gece kutuda kalır. Bu kaşıkları yanınızda bulundurabilirsiniz. Kaşığını kaybeden bir geceyi kutuda geçirir. Başka birine garezin varsa onunla cumartesi akşamı hesaplaşırsın. Başka birine sataşan ya da kavga çıkaran olursa geceyi kutuda geçirir.”
M.A.S.H (1970) – Yüzbaşı Trapper John’ın, Başhemşire Yüzbaşı Peterson’ın düşmanca tavırları üzerine yaptığı ‘Biz profesyoneliz’ konuşması.
Trapper John: “Bak Anne, bir saat içinde işe dönmek istiyorum. Bizler Dover’dan gelen profesyonelleriz ve bu çocuğun göğüs kafesini açmamız gerekiyor. Üstelik bunu göğsündeki golf topu büyüklüğündeki yumru, işleri daha da kötüleştirmeden yapmak istiyorum. Bu yüzden bir an önce gidip bana gazlı bez getir ve bu hastanın yoğun bakımı için hazırlık yap. Sonra bana çocuğun yeni filmlerini getir. Elimizdekiler 48 saat önce çekildi. Sonra mutfağı arayıp yiyecek bir şeyler yaptır. Yumurta yanına da az pastırma koysunlar. Biftek varsa daha iyi olur. Son olarak, ayağıma dolaşmayacak ve gerçekten de iş yapmasını bilen bir hemşire gönder.”
Kirli Harry (1971) – Harry Callahan yaralı ve mağlup bir suçluyla alay etmektedir.
Harry: “Ne düşündüğünü biliyorum. Altı el mi ateş etti yoksa beş mi? Doğruyu söylemek gerekirse tüm bu curcuna içinde ben de hesabı kaçırdım. Ama elimdekinin 44’lük bir Magnum, yani dünyadaki en güçlü silahlardan biri olduğu düşünülürse, ve tek bir mermiyle beynini dağıtabilecekken kendine sorman gereken soru şu bence: ‘Kendimi şanslı hissediyor muyum?’ Cevabın ne serseri, şanslı hissediyor musun?”
Jaws (1975) – Quint, tüm mürettebatın köpekbalıkları tarafından işgal edilmiş sularda mahsur kalıp öldüğü USS Indianapolis denizaltısının acı sonunu hatırlar.
Quint: “ Aramızda ufak gruplara bölündük. Böylece köpekbalığı geldiğinde kişi bağırıp çağırıp ses çıkaracaktı. Bazen köpekbalıkları bu gibi durumlarda kaçardı. Bazen de kaçmazlardı. Bazen köpekbalığı doğrudan gözbebeklerinin içine bakar. Köpekbalığının gözlerini duymuşsunuzdur. Simsiyah gözleri, oyuncak bebeğin gözleri gibi cansızdır. Sana doğru yaklaşırken yaşadığını bile düşünmezsin çünkü simsiyah gözleri cansız bir şekilde bakmaktadır. Ancak senden bir parça alır alma gözleri bir anda beyaza döner ve çığlıkların arasında okyanus kıpkırmızı bir hal alır. Tüm çabana rağmen gelip seni birkaç saniye içinde parçalara ayırırlar.”
Şebeke (1976) – Howard Beale’in izleyicilerine yaptığı ‘Öfkeden kudurmuş durumdayım’ konuşması.
Howard: “Size her şeyin kötü gittiğini söylememe gerek yok. Herkes her şeyin kötü gittiğini biliyor zaten. Bu bir bunalım. Herkes ya işten çıkarıldı ya da çıkarılmaktan korkuyor. Paranın değeri dibe vurdu. Bankalara uğrayan yok, dükkan sahipleri kasanın altında silah bulunduruyor. Serseriler sokakta cirit atıyor ve hiç kimse ne yapılması gerektiğini bilmiyor. Havanın solumaya uygun olmadığını, yiyeceğin yemeye uygun olmadığını biliyoruz. Televizyon başında oturmuş, yerel haber spikerinin 15 cinayet, 36 ağır suç işlendiğini söylemesini dinliyoruz. Her şeyin kötü olduğunu, hatta bundan daha kötü olduğunu biliyoruz. İşler çığırından çıktı. Dışarısı çıkılacak gibi değil, dolayısıyla her zaman evlerimizde oturuyoruz. Zamanla içinde yaşadığımız dünya küçülmeye başlıyor ve biz: ‘Lütfen en azından oturma odamda beni rahat bırak. Tost makineme, kalorifer peteğine ve televizyonuma dokunmazsan sesimi çıkarmam. Yeter ki bizi rahat bırakın. Sizi rahat bırakmak gibi bir niyetim yok. Çıldırmanızı istiyorum. Protesto etmenizi, isyan etmenizi istemiyorum sizden. Milletvekillerine yazmanızı istemiyorum çünkü bu noktada ne yazılması gerektiğini gerçekten de bilmiyorum. Enflasyon, depresyon, Ruslar ve sokakta işlenen suçlarla ilgili ne denir bilmiyorum. Ama öncelikle öfkeden deliye dönmeniz gerektiğini çok iyi biliyorum. (Bağırarak) Şöyle demelisin: “Ben de insanım ulan! Benim de hayatımın bir değeri var’. Şimdi sizden bunu istiyorum. Hepinizin koltuklarınızdan kalkıp pencerelerinize gitmenizi istiyorum. Pencereyi açıp kafanızı dışarı çıkarın ve ‘Şuan öfkeden kudurmuş durumdayım ve buna daha fazla katlanmak istemiyorum’ diye bağırın.”
Halloween (1978) – Dr. Sam Loomis’in şeytani Micheal Myers hakkındaki soğukkanlı açıklaması.
Sam: “Onunla on beş yıl önce tanıştım. Onda, hiçbir şeyin kalmadığını söylediler. Mantık, bilinç, anlama, ölüm ve yaşam arasındaki belirgin çizgi, iyi ve kötü ya da doğru ve yanlış. Altı yaşındaki bu çocukla karşılaştığımda, donuk ve duygusuz bir ifadesi ancak şeytan gibi bakan kapkara gözleri vardı. Sekiz yılımı ona ulaşmak için harcadıktan sonra yedi yıl da onu içeride tutmak için uğraştım. Çünkü fark ettim ki bu çocuğun gözlerinin arkasında yaşayan şey şeytanın kendisiydi.”
Kıyamet, (1979) – Teğmen Kilgore’ın bir baskın sırasında yaptığı ‘Sabahları duyulan napalm kokusu …’ konuşması.
Kilgore: “Kokuyu aldın mı? Kokuyu duyabiliyor musun?… Bu napalm, evlat. Dünyada hiçbir şey bunun gibi kokmaz. Sabahları duyulan napalm kokusunu çok seviyorum. Bir keresinde bir tepeyi on iki saat boyunca bombalamıştık. Her şey sona erdiğinde oraya yürüdüm. Kokuşmuş tek bir ceset bile bulamadık. Ama koku, benzin kokusu tüm tepeyi sarmıştı. Bu zaferin kokusuydu. Bir gün bu savaş sona erecek.”
Yıldız Savaşları: İmparator (1980) – Luke Skywalker’ın, geminin Güc’ü kullanarak kaldırmak için fazla büyük olduğunu söylemesi üzerine Usta Yoda’nın sözleri.
Yoda: “Boyut değil önemli. Bana bak. Beni, boyutuma göre mi, yargılıyorsun? Öyle mi? Yapmamalısın bunu çünkü Güç benim müttefikim ve Güç inanılmaz bir güçlü bir müttefiktir. Onu hayat yapar ve büyütür. Enerjisi bizi sarar ve bağlar. Işıltılı yaratıklarız biz, kara maddeden yapılmış değil. Etrafındaki Gücü hissetmelisin; senle ben, kayayla ağaç arasında. Hatta bu gemi ve bu kara arasında.”
Terminatör (1984) – Bir taraftan araba süren Kyle Reese duygusuz ve yorulmak nedir bilmeyen Terminatör’ün 101 modeli hakkında Sarah Connor’ı uyarır.
Kyle: “Adım Reese. Seni korumakla görevlendirildim. Yok edilmek üzere hedef gösterildin. Hayatta kalman son derece önem taşıyor. O bir insan değil, bir makine. Bir yok edici. Cyberdyne Systems üretimi model 101. Robot değil, bir cyborg. Sibernetik bir organizma. Terminator bir saldırı birimidir, yarı insan yarı makine. Altında son derece dayanıklı bir alaşımdan yapılma, savaş şasesi. İşlemci kontrollü ve tam donanımlı. Çok serttir. Ancak dış yüzeyi, cyborglar için özel üretilen kanlı canlı bir deri ve saçtan meydana gelmiştir. 600 serisinin plastik bir cildi vardı. Dolayısıyla onları hemen fark ediyorduk. Ancak bu yeni olanlar insanlara çok benziyorlar. Terleyip nefes alıyorlar. İnsandan ayırt etmek çok zor. Dinle ve iyi anla. Terminator orada bir yerde. Onunla pazarlık edemezsin. Ona bir şeyi izah edemezsin. Ne acıması ne de korkusu vardır. Ve kesinlikle, seni öldürünceye kadar durmak nedir bilmiyor.”
The Goonies (1985) – Şişman çocuk ‘Gürbüz Cohen’’in, Fratelli’ler tarafından sorgulanırken verdiği ifadesi.
Chunck: “Her şey tamam. Tamam! Konuşacağım. Üçüncü sınıfta tarih sınavında kopya çektim. Dördüncü sınıfta dedemin peruğunu çalıp İbrani Okulundaki Tiyatro oyununda Musa’yı canlandırırken sakal olarak kullandım. Beşinci sınıfta kız kardeşim Edie’yi merdivenden itip suçu köpeğe attım. Annem beni şişman çocuklar için düzenlenen bir yaz kampına gönderdiğinde yemek diye önümüze getirilen şeyi görüp ortalığı ayağa kaldırdım. Ama yaptığım en kötü şey ise: evde sahte kusmuk hazırladım ve sinema salonuna gittim. Kusmuğu ceketimde saklıyordum. Sonra kusacakmış gibi ses çıkardım ve cebimdeki sahte kusmuğu insanların üstüne boşalttım. Sonra bir zincirleme reaksiyon başladı ve midesi bulanan insanlar sırayla kusmaya başladılar. Hayatımda hiç bu kadar kötü hissetmemiştim.”
Full Metal Jacket (1987) – Topçu Çavuşu Hartman’ın, Parris adasına yeni gelen acemi erlere yönelik yaptığı aşağılayıcı giriş konuşması.
Hartman: “Ben Uzman Çavuş Hartman, eğitiminizden sorumluyum. Sadece size bir şey söylendiğinde konuşacaksınız. Ağzınızdan çıkacak ilk ve son sözcük “efendim” olacak. Anladınız mı pislik herifler? Siz ana kuzuları bu adadan kurtulabilirseniz, acemi eğitimini bitirebilirseniz çakı gibi olacaksınız, savaşmak için yalvaran ölüm makineleri olacaksınız. Ama o gün gelinceye kadar bir bok değilsiniz! Bu dünyadaki en aşağılık yaratıklarsınız. İnsan bile değilsiniz! Siz düzensiz, bir boka yaramayan yaratıklarsınız! Çok sertimdir, beni sevmeyeceksiniz. Benden ne kadar nefret ederseniz, o kadar öğrenirsiniz. Çok sertim, ama adilim! Irklar arasında ayırım yapmam! Zencileri, Yahudileri ve İtalyanları aşağılamam. Burada hepiniz aynı ölçüde değersizsiniz! Bana, sevgili Deniz Kuvvetlerimizi kıçını toplayamayan beceriksizlerden kurtarmam emredildi. Anladınız mı pis herifler? Kim söyledi bunu? Hangi pislik söyledi bunu? Kendi ölüm emrini imzalayan bu hanım evladı komünist yavşak kim? Hiç kimse ha? Siktiğimin ruhları söyledi! Harika! Hepinizi eğitimde süründüreceğim! Kıçınız yarılıncaya kadar koşacaksınız! Yoksa sen miydin aşağılık herif? (Joker: Efendim, ben söyledim efendim.) Hadi ya. Nesin sen, soytarı mı? Er Palyaço. Dürüstlüğün hoşuma gitti. Seni sevdim. Bir gün bize gel, seni kız kardeşimle tanıştırayım. Adi herif! Adını aldım! Artık benimsin! Ne gülebileceksin, ne de ağlayabileceksin! Her şeyi harfi harfine öğreneceksin! Kalk! Kalk ayağa! Kendine gel, yoksa gözlüklerine sıçarım dünyayı bombok görürsün! Sence ben yakışıklı mıyım kıl herif? Komik biri miyim? Öyleyse salak gibi sırıtmayı kes! Seni bekliyorum tatlım! Üç saniyen var! Tamı tamına üç saniyen! Ya salak gibi sırıtmayı kesersin ya da gözlerini oyup beynini dağıtırım!”
Wall Street (1987) – Teldar Kağıtçılık hissedarlarına yönelik yapılan yıllık toplantıda Gordon Gekko’nun ‘Açgözlülük iyidir’ konuşması.
Gekko: “Ben şirketleri yok eden birisi değilim. Ben onları özgürleştiririm. Mesele şu ki, bayanlar ve baylar, açgözlülük –daha uygun bir kelime bulamıyorum- iyidir. Açgözlülük doğru bir şeydir. Açgözlülük işe yarar. Açgözlülük her şeyi açıklığa kavuşturur, kestirmeye götürür ve size devrimci ruhun özünü sunar. Açgözlülük, hem de her türlüsü, sevgi açgözlülüğü, hayata dair açgözlülük, bilgiye duyulan açgözlülük. İşte insanlığın ilerlemesini sağlayan şey budur. Söyleyeceklerimi iyi dinleyin, açgözlülük Teldar kağıtçılığı kurtarmakla kalmayıp Amerika denilen şirketi de ayağa kaldıracaktır. Çok teşekkür ederim.”
Şeref (1989) – Çavuş John Rawlins’in Trip’e yönelik ‘Nefret dolu…’ ceza konuşması.
John: “Peki sen kimsin? O kadar nefret dolusun ki herkesle kavga ediyorsun. Çünkü kırbaçlandın ve köpekler tarafından kovalandın. Buna yaşamak denmeyebilir ancak cehennem ıstırabı olmadığı kesin. Ölmek, işte bu beyaz çocukların son üç yıldır yaptığı şey bu. On binlercesi sizin için ölüyor, sizi aptallar. Bunca zamandır kendime sormadan edemiyorum, Tanrım, sıra ne zaman bize gelecek? Ne zaman sıramız gelecek de biz de gerçek birer adam gibi, adam gibi göğüs gereceğiz? Kime zenci dediğine dikkat et. Burada zenci olan birileri varsa o da sensin. Seni uyuşuk aptal zenci. Eğer dikkatli olamazsan öyle kalmaya devam edeceksin.”
Bana Güven (1989) – Müdür Joe Clark Eastside Lisesi çalışanlarına hitaben.
Joe: “Yıllardır kendi yönteminizi denediniz. Ancak öğrencileriniz en temel sınavları bile geçemiyorlar. Bu da okumayı bile aslında bilmedikleri anlamına gelir. Bana bir yıl, sadece bir eğitim yılı verdiler bu boktan yeri adam etmem için. O aptal sınavlardan daha yüksek puanlar alıp hükümetin burayı kapatmasına engel olmak için. Çocuklarımızı eğitmek için. Eskiden nasıl olduğunu unutun. Burada demokrasi işlemez. Seferberlik ilan edildi ve bundan sonra benim sözüm kanundur. Burada tek bir patron var, o da benim. Sorusu olan var mı?”
Birkaç İyi Adam (1992) – Albay Nathan Jessup’in mahkemedeki ‘Kırmızı Alarm’ savunmasından.
Nathan: “Sen gerçeği kaldıramazsın! Evlat, duvarların korunması gerektiği bir dünyada yaşıyoruz. Bunu kim yapacak? Sen mi? Yoksa sen mi Teğmen Weinberg? Aklının alamayacağı kadar çok sorumluluğum var. Santiago için ağlayıp, denizcileri lanetliyorsunuz. Benim bildiklerimi bilmiyorsunuz. Santiago’nun ölümü hayat kurtardı. Sana akıl almaz gelse de, benim de varlığım hayat kurtarıyor! Ama aşağılarda, eğlenceden söz edilmeyen yerlerde, o duvarı korumak için bana ihtiyacınız var. Onur, kural, sadakat gibi kelimeler kullanırız. Onlar bizim hayatımızın bel kemiği. Seninse sadece kapanış konuşman! Hem benim korumama ihtiyaç duyan, hem de yöntemlerimi sorgulayan bir adama açıklama yapmaya ne zamanım ne de niyetim var. Bana teşekkür etmen gerek. Ya da eline silah al ve bir mevziiye dikil. Ama rütben gereği doğru sandığın şeyler inan hiç umurumda değil! “
Çılgın Romantik (1993) – Clifford Worley’in Sicilyalı bir mafya olan Vincenzo Coccotti’ye işkence ettiği bir sorgulama.
Cliff: “Sicilyalı’sın ha? Biliyor musun? Ben çok kitap okurum. Özellikle de tarih ile ilgili olanları. İnanılmaz bir şey keşfetmiştim, tarih okurken…Belki bilmiyorsunuzdur ama işte size gerçekler! Sicilyalılar, zencilerden türemiştir. Bu doğru, ciddiyim bak. Sicilyalılar’ın kalbi zenci kanı pompalıyor. Eğer bana inanmıyorsanız, açın bakın. Yüzyıllar önce Emeviler, Sicilya’yı fethetmişlerdi. Emeviler de Arap’tı bildiğiniz üzere. Neyse, o zamana kadar Sicilyalılar, Kuzey İtalya’daki İtalyanlardan bile daha İtalyan’dı. Hepsi sarı saçlı ve mavi gözlüydü. Ama gel gör ki Emeviler’in gelişinden sonra tüm ada baştan sona değişti. Emeviler, Sicilya karılarıyla öyle çok işler çevirdiler ki tüm ırkı sonsuza dek değiştirdiler. Bu yüzden, sarı saç ve mavi göz siyah saç ve koyu tene dönüverdi. Biliyor musunuz, bugün oturup bu mevzuları konuşurken yüzyıllar önceki o Sicilyalıların hala zenci geni taşıdığını bilmek çok acayip geliyor bana. Hayır, tarihten alıntı yapıyorum burada. Yazılı bir şey bu, direkt gerçek. Yazılmış yani bu. Sizin atalarınız zenci yani. Ve senin büyük, büyük, büyük büyük anneni bir zenci tokmaklamış. Ve yarı zenci bir çocuğu olmuş. Şimdi! Bu doğruysa eğer, söyle lütfen? Bence sen bir patlıcansın.”
Cesur Yürek (1995) – William Wallace’ın ilham verici ve vatansever ‘Ögürlüğümüze asla sahip olamayacaklar’ konuşması.
Wallace: “Karşımda bir tiranlığa karşı gelen bir ordu görüyorum. Buraya özgür insanlar olarak savaşmaya geldiniz ve özgürsünüz. Bu özgürlükle ne yapacaksınız? Savaşacak mısınız? Pekala. Savaşırsan ölebilirsin, kaçarsan ise yaşama ihtimalin var. En azından bir süreliğine. O günler geldiğinde hasta yatağınızda ölümü beklediğinizde, tek bir şans için, bu ana dönüp de savaşa katılıp düşmana ‘Canımızı alabilirsin ama özgürlüğümüzü asla!’ diye haykırmak istemez misin?”
Can Dostum (1997) – Will Hunting’in gösteriş meraklısı Harvard öğrencilerine bir barda yaptığı konuşma.
Will: “Tabii öyle düşünürsün. Sen birinci sınıf öğrencisisin. Marksist bir tarihçi okumuşsun. Muhtemelen Pete Garrison’ı. Gelecek ay James Lemon okuyana kadar fikrin değişmeyecek. Sonra daha 1740’ta Virginia ve Pennsylvania’daki kapitalist girişimden bahsedeceksin. Sonra gelecek yıl Gordon Wood’la tanışacaksın. Özellikle askeri hareketlere bağlı olarak kapital birikiminden bahsedeceksin. Çünkü Woods’un hafife aldığı bir konu var. Bu da sınıf ayrılığının servet üzerindeki etkisi. Özellikle de miras. Bunu Vickers’ın Essex Bölgesi çalışmasından aldın değil mi? Sayfa 98. Ben de okudum. Yoksa bütün çalışmadan alıntı mı yapacaktın? Bu konuda kendine ait bir fikrin var mı? Yoksa taktiğin bu mu? Az bilinen bir metni tekrarlayıp kendininmiş gibi mi yapıyorsun? Senin kızları etkilemekten anladığın arkadaşımı küçük düşürmek mi? Senin gibilerin hazin sonu, bu makaleleri ancak 50 yıl sonra kendi kendine yazmaya başlayacaksın. Hayatta iki şeyin kesin olduğunu anlayacaksın. Bir: Bunu yapma. İki: 150 bin dolarlık eğitimi aslında halk kütüphanesine 5 dolara üye olarak da alabilirdin.”
Er Ryan’ı Kurtarmak (1998) – Yüzbaşı Miller bölüğüne Er Ryan’ı kurtarma görevinden bahseder.
Miller: “Mike! Hakkımda girdiğiniz iddiada şu ana kadar biriken para nedir? Ne kadar birikti? Ne kadar, 300 Dolar mı, 300 mü? Ben öğretmenim! Pennsylvania’nın Addley kasabasındaki bir okulda İngilizce kompozisyon dersi veriyorum. Son 11 yıldır Thomas Alva Edison Lisesi’ndeydim. İlkbaharda okulun beyzbol takımının koçluğunu yapardım. Yaşadığım yerde, insanlara ne iş yaptığımı söylediğimde şunu düşünürlerdi: “Eh, belli oluyor!” . Ama burada, büyük büyük bir muamma oldu. Sanırım biraz değişmiş olmalıyım. Bazen merak ediyorum, bu kadar çok değiştiysem yanına döndüğümde, ki dönebilirsem, beni tanır mı acaba? Ve ona bugün gibi günleri nasıl anlatırım! Ryan’a gelince… Ryan hakkında hiçbir şey bilmiyorum, umurumda da değil. Adam benim için bir şey ifade etmiyor. Sadece bir isim! Ancak Ramelle’e gidip, onu bularak, sağ salim evine ulaştırmam bana karımın yanına dönmemi sağlayacaksa o zaman benim görevim budur! Bizi bırakıp, gidip savaşa katılmak mı istiyorsun? Peki! Git öyleyse, sana mâni olmam hatta evraklarını bile hazırlarım. Biliyorum, hissediyorum, öldürdüğüm her adam, beni evimden biraz daha uzaklaştırıyor.”
Ratatüy (2007) – Züppe ve burnundan kıl aldırmayan bir yemek eleştirmeni olan Anton Ego’nun, Gusteu’nun mutfağında yediği yemeğin bir fare tarafından hazırlandığını duyunca hakkında yazdığı ışıltılı, ve kendini yansıtan eleştirisi.
Ego: “Eleştiri yapmak pek çok açıdan kolaydır. Yaptıkları işi ve kendilerini, beğenimize sunan insanlarla kıyaslandığında keyifli olduğu kadar rahat bir konuma da sahibiz. Olumsuz eleştiriler yazmak ve yazılanları okumak zevklidir. Ama mükemmellik takıntısına sahip olan bizlerin, yani eleştirmenlerin yüzleşmesi gereken acı gerçek şudur ki, eleştirilerimizde tadını iğrenç olarak nitelediğimiz şeyler, başkaları için muhtemelen daha büyük anlamlar içermektedir. Ama bir eleştirmenin, elini taşın altına sokmasını gerektiren zamanlar vardır. Ki bu da, yeni bir şey keşfedip onu savunmaktır. Yeni yetenekler ve yeni buluşlar çoğu kez kabul görmez. Yeninin dosta ihtiyacı vardır. Dün akşam, hiç ummadığım biri sayesinde tek elimeyle olağanüstü bir yemek deneyimi yaşadım. Şunu söylemeliyim ki, hem yediğim yemek, hem de yemeği hazırlayan kişi, yemek sanatı hakkında edindiğim sabit fikirlere küçümseyen gözlerle bakmamı sağladılar. Beni ta derinden sarstılar. Geçmişte, Şef Gusteau’nun meşhur sloganı olan “Herkes yemek yapabilir” fikrini küçümsediğim bir sır değil. Ama şu ana kadar, tam olarak neyi kastettiğini fark etmemişim. Herkes büyük bir sanatçı olmayabilir, ama büyük bir sanatçı her yerden çıkabilir. Şu anda, Gusteau’nun mekanında aşçılık yapan dâhilerden, daha mütevazi olan birini hayal etmek çok zor. Eleştirmenin fikrini sorarsanız, kendisinin Fransa’nın en iyi aşçısından aşağı kalır bir yanı yoktur. Yakında, daha da fazlası için, Gusteau’nun mekanına yeniden gideceğim.”
Kara Şövalye (2008) – Alaycı Joker aşağılayıcı bir dille yüzündeki yaraların nasıl meydana geldiğini Rachel Daws’a anlatır.
Joker: “Gergin görünüyorsun. Yara izlerim yüzünden mi? Nasıl olduğunu bilmek ister misin? Gel buraya. Bana bak. Senin gibi güzel bir karım vardı. Bana fazlasıyla endişelendiğimi daha fazla gülmem gerektiğini söylerdi. Kumara meraklıydı ve her geçen gün biraz daha borca batıyordu. Bir gün yüzünü lime lime doğradılar. Ameliyat için paramız yoktu. Bunu kaldıramıyordu. Onu yeniden gülerken görmek istiyordum. Yara izlerinin bana hiçbir şey ifade etmediğini göstermek istiyordum. O yüzden ağzıma bir jilet soktum ve kendimi bu hale getirdim. Peki ne oldu dersin? Görünüşüme katlanamadı. Beni terk etti. Şimdi işe komik tarafından bakıyorum. Artık sürekli gülüyorum.”